ŞEHÂDETİN MESAJLARI
Kâinatta varlığını sürdüren her şeyin bir aslı bir de bir zıddı vardır.
İyilik – kötülük…
Çirkinlik – güzellik…
Aydınlık – karanlık… gibi!
İnsanlık tarihine baktığımız zaman; iki olgununda varlığını görürüz. İnsan, zıtları toplayan bir benliktir. Zıtlığın bir tarafında hayrın temsilcisi incinenler, diğer tarafta da şerrin kaynağı incitenler. İncitenler tarihten silinip, insanlığın ayıbı, utancı olurken, incinirken dahi incitmeyenler ise büyüyüp, yücelip insanlık tarihinin şerefli tahtlarına oturuyorlar.
Hacı Bektaş Veli’nin, “İncinsen de İncitme“ sözünün ne kadar anlamlı ve doğru olduğunu tarihin tekâmülü ispat etmiştir.
Tarih bilinmelidir. Bilindiği taktirde güzel bir gelecek kurulabilir.
Tarihten karanlık bir sayfa olan muharrem ayı, özümüzü dara çekip vicdan muhakememizi sorgulama zamanıdır. Muharrem ayının muhabbeti de bu olmalıdır.
Muhabbet bir lezzettir, cahil tadamaz. Kulun Allah’a muhabbeti sırların kapısını açar. Allah’ın kula muhabbeti ise ıstırapla olan imtihanıdır.
Acılar olacak!
Başı ve sonu iyi biten yolculuğun ortalarında zorluklar olacaktır. Gelip ve gitmek tekamül değildir. Bu zorluklar olmadan tekamül gerçekleşemiyor.. Eylem varsa ıstırapta var olacaktır.
Allah ezelde, ruhlar aleminde insanla münasebetini arasız ve aracısız yürütmüştür.
Elestü bi rabbiküm? (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) diye sormuş, insanda “Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz,” diye ikrar vermiştir.
İnsanın sorumlu varlık olması bu ezeli sözleşmeye dayanmaktadır. Allah – insan ahitleşmesidir. Dünya hayatı bu ahtın icra yeridir. Bu ahtın şartları yerine getirildiği taktirde Allah iradesi tecelli edecektir.
Alevilik buna “ikrar” der. Kuran, insandan sürekli bu ikrarı bozmamasını ister. Ahdi yani ikrarı bozanlarında hüsrana uğrayacağını bildirir.
Yeryüzünde ki bozgun ve kargaşanın sebebi bu ikrarın bozulmasındandır. İblis kendi yaratılışına şahit tutulmamıştır. Oysaki insan, kendi yaratılışına şahittir. İblis’in, topraktan varlıktır diye önünde secde etmediği insanın üstünlüğü budur. İblis, insanla Allah arasındaki ezeli aht gibi erişe sahip olmamanın bahtsızlığını taşımaktadır.
İşte İmam Hüseyin yaratılıştaki soyluluğu ve üstünlüğü ikrarını bozmadan canını vererek koruması olmuştur. Onun için Alevilik; “Ol ikrar verme, öl ikrarından dönme,” der.
İkrarından dönmeyenler sonsuzluğun defterini edebiyyen kapatmamak isteyenlerdir. Sonsuzluğa giden başka yol da yoktur. Sonsuzluk aşıkının sonsuzluğa katlanabilmesi için acılar çekmesi gerekiyor.
İnsana düşen, o acılarla Kerbela’ya gidip şahadetin mesajlarını alıp yaşamaktır.
Kerbela’yı da uzaklarda aramamak lazımdır.
Kerbela özümüzdedir. Bu olaydan ders alanlar; olayın Yezit’i her dem kötülükler emreden ve yeryüzünde nifak çıkarıp kan döken nefsimizin, zoru gördükçe dostlarını yarı yolda koyan Kufuli’ler, maslahat gözeten aklımızın, arınarak paklanarak yücelen ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan İmam Hüseyin, Allah katından üflenen rahmani ruhumuzun olduğunu bilmemiz lazımdır.
Unutmamak gerekir ki; İmam Hüseyin’i de, Yezit’i de, Kufelileri de yaratan aynı Allah’tır. Yezit olmakta, Hüseyin olmakta kendi ellerimizdedir. Her ikisi de özümüzdedir.
Hangisini sultan yapıp baş tacı etmiştik? Hüseyin gibi onurlu mu, Yezit gibi zalimce mi yaşamıştık? Arınmakta kirlenmekte kendi aklımızın ürünüdür. Tövbemiz korkularımızdan değil, hicabımızdan olmalıydı. Gönlümüzü Hak’tan gayrisine meyletmemenin “edep”ini yaşamalıydık.
İnsanların çoğu ihaneti akıllılık sanmaktadır. Batılı, Hakk’ın üzerine çıkardıkça kibirleniyor, zalimliklerine ve de azgınlıklarına ortak arıyorlar.
İmam Hüseyin bir aynadır. Öyle bir ayna ki; karşısındakine sadece kendisini değil, görmek istemediklerini de bir - bir gösterendir. Gönüllere duymaktan hazzetmediklerini de söyleyendir. Sadece müminlere değil, münafık hain- zalimlere bile her an Hakk’ı hatırlatandır. Varlığı, şerri sıkıntıya sokandır. O’na bakıp kendilerindeki çirkinliği görüp, kendilerini değiştirmeleri gerekirken; baktıkları o aynayı, yani güzellikler abidesi olan O’nu yok ettiler. Nefislerini kurban etmeleri gerekirken O’nu kurban ettiler.
Ehl-i Beyt aşıkları, her Aşura’da seyr-ü seferlerini böyle yaparlar. Bunu yaparlarken de yiğit İmam Hüseyin’in haklı davasını zalimlere ve karanlığa kendilerini hapsedenlere de haykırır, derler ki; “Vücut kerbelasın da yezitlik yapabilecek nefsinizi, o rahmani ruhunuz olan Hüseyin’e boyun eğdirip, hürlüğü kazandırın. “Zıbh-i azim’in” mânâsını bilin ve yüce kurban sırrına da vakıf olun.”
Ama ne yazık ki, zahir uleması bunu da anlayamadı, yüce kurbanı büsbütün unutturmak için de gökten hayali, kınalı-telli koç indirip yüce kitabımızı da tahrip edip, alemlerin rahmeti Hz. Muhammed Mustafa’yı ağlattılar.
Kurbanı gökten telli duvaklı indirilmiş koç sandılar.
Muhammet İkbal, “İsmail’in yerine gökten koç indi, açıklaması Allah’ın yaratılış yasalarına terstir. Asıl kurban O’nun soyundan geleceğinin haberi verilerek imtihana tutuluyordu,” der.
O, yüce kurban o soydan da gelir: Hz. İmam Hüseyin!....
Şehitlerin efendisi Hz. İmam Hüseyin öyle bir kurbandı ki; insanlığın yüzyıllardır ardı sıra göz yaşı döktüğü kurban.
İnsanlığın sürekli ağıt yaktığı, aynaya bakıp ders aldığı kurban.
Öyle bir kurban ki; En büyük kurban; Libbil’lüp...
Kutsal “Kabe” bile karalar giyip yasını tutsun.
Kara donlu Beytullah olsun.
Matem çekenlerin kalbine kara taş bağlaması gibi, “Hacer-ül Esved” kara taşını bağrına bağlasın.
Bu durumuyla Beytullah bizlere canını Hak yoluna verenlerin matem sırrını hatırlatmıyor mu? Bu matem sırrına ağlayanların gözyaşı dirlik çeşmesini meydana getirsin ve o ışık çeşmesinden içenler kansın, yek vücut olsunlar, mesajını vermiyor mu?
Zemzem suyunun aslı nedir?
Gözyaşlarından vücut bulmamış mıdır?
Hz. İsmail’in gözyaşlarına bianen babası İbrahim A.S. ayağını yere vurarak çıkarttığı kutsal su değil midir?
Hakk yoluna bir damla gözyaşı dökmeyenin cesedine dökülen zemzemin kişiye ne yararı olur ki?
“Mollanın gönlü gam nedir bilmez. Bir bakışı vardır ama gözü hiç yaşarmaz. Onun mektebinden kaçtım, zira onun hicazında zemzem yoktur,” der Muhammet İkbal.
Hayali Şeytanları taşlamak değil, asıl olan kötülüklerin kaynağı olan nefisle mücadele etmek gerekiyor.
Evet!... Asıl kurban; “Kerbela’da halen akan o soylu kanın sahibidir.” Deriz.
Muhammed İkbal: “Hüseyin, Hakk ile batılın arasını kanı ile ayırdı” demiştir. Sözlerine devamla; “Allah- Allah! Baba (İmam Ali) Bismillahın BA’sı / OĞUL (Seyyid-i Şuheda) Zıbh-i azim’in manası diyerek, benim gözlerimi de yüce kurban sırrına açtı” deyip Kerbela sırrına vakıf olmanın önemini arz etmiştir..
Ayet-i Kerime; “Kul lâ es’eleküm aleyhi ecren illel meveddete fil kurba” (Şura, 23) der. (Kurba” kurb kökeninden türemiştir, yakınlık anlamındadır. Tebliğlerime karşılık Ehl-i Beyt’ime yakınlık istiyorum.)
O, Kevserin ve Niyazların ardınca gelen kurbandır.
Vicdan ve insaf yoksunlarının kıydığı Hüseyin’dir O.
Kendisine ardı sıra yüceler yücesi canıyla bedel ödeyip kazandığı Zibh-i Azim’dir O. Hak ile batılı kanıyla ayırandır O.
Hz. Fatima soyundan gelen, “İnci ve Mercan” lardır onlar. (Dürr: İnci- dürri güftar: söz incisi- dürri yetim: tek olan) Kuran bu kelimelere atıfta bulunur. İmam Hasan yaşamının sonuna kadar barışı korur, canıyla barışı savunur. İmam Hüseyin ise barışı bozanlara karşı durur. Ahitlerini (ikrarlarını) bozan zalimlerin karşısına ayna olur.
“İnci, ızdırabın kum tanesinin etrafına ördüğü bir mabettir,” (H. Cibran) der bir düşünür.
Evet!... O mabet insanlığın kendi kendisini bulması için çekip olgunlaştığı acıların toplamı olsa gerek. Yüce oluşların, erdiriciliğin temelinde ıstırap vardır. Yaratıcı kudret, sonsuzluğu, sonsuza ait nimetleri ıstıraptan bir kabuğun içine saklamıştır. O kabuğu çıkarmaya, bulmaya yine ıstırap gerekir.
“Yaratıcının doğrudan temsilcisi olacaklar, daima küller içinden fışkırmıştır.” Der Schuan.
Saf altın elde etmek için maden’in yanması gerekir. Ruhsal tekamülünü gerçekleştirememişlerin ateşle eğitilmesi gerekiyor. Evet!... Cehennem kavramı da bir ateş’tir; “Cehennem ateşi.” Öyle bir cehennem ki ateşiyle yanmamışları yakarak insan edecektir. “Demiri çeliğe dönüştüren ateşle olan imtihanıdır,” der bir bilge. Mum, erimeden, yanmadan ışık veremiyor. Onun için ıstırabı göğüslemesini bilenler ölümsüzleşebilmişlerdir.
Hallac-ı Mansur; “Sabır odur ki, elini, ayağını keser, dar ağacına asarlar, şikayetin olmaz.”
Kuşkusuz acılarında sonu vardır. Bunun için suskun dağlar gibi durup direnmek lazımdır. İmam Hüseyin’de bunu yapmıştır. Haksızlığa ve adaletsizliğe can ödeyerek direnmiş ve sonsuza kadar sönmeyecek ve insanlığın önünde bir meşale olacaktır.
İşte Hüseynilik yani Hüseyin’i anlamak ve yaşamak budur...
Nerede insanlığın kurtuluşu için, zalimin zulmüne karşı kavga varsa orada imam Hüseyin’in sonsuzluk aşkının kutlu kanı ile çizilmiş zaferi vardır. Orada birlik Aşuresi kaynıyordur.
Haysiyetsiz ve onursuz yaşamaktansa, onurluca şahadet vardır.
Mazlumun zalime, öldürülenin öldürene, kanın kılıca karşı zaferi vardır.
Zalim karşısında mazlumların ölümcül suskunluğunun volkana dönüşüp özgürlüğün destanı vardır.
İmam Hüseyin’in iradesinden çıkan aydınlık, çağların üstünde oturmayı ve zamanı mağlup etmeyi sonsuza kadar sürdürecektir.
Muharrem ayı, tüm insanların dostluğuna, kardeşliğine, barışına, birliğine ve dirliğine vesile olsun. Zıtları içinde kaynatıp tatlı eden aynen aşura gibi, dostlukla el ele vererek; bir olmaya, iri olmaya, diri olmaya vesile olsun. İri olmaya birlik, birliğe de dirlik gerekir.
Selam olsun Hakk yolunda can verenlere.…