HAZRETİ HÜSEYİN’İN SÖYLEVİ
Ben Hüseyin…
Ali’nin oğlu Hüseyin!
Evet ben;
Şah – ı Merdan,
Haydar – ı Kerrar,
Şir – i Yezdan Hz. İmam Ali’nin oğluyum.
Babam ki, hem kılıcıdır İslam’ın hem de kapısıdır ilim şehrinin…
Babam ki, Hayber kalesinin kapısını parmağıyla göğe savuran şanlı cengâverdir.
Babam ki, kendisinden daha güçlü bir yiğit ve kılıcından daha keskin bir başkası bulunmayan eşsiz kahramandır…
Babam ki, Allah’ın dini uğrunda hançerlenip, Kâbe’nin rabbine hamd ederek Hakk’a yürüyen emir’ül mü’minin’dir…
Hüseyin’im ben!
Harb“ adını vermek istemiş bana, nur – u rahman olan babam. Ancak âlemlere rahmet olarak gönderilen, Hakk’ın habibi, iki cihan serveri, Allah’ın yüce elçisi sevgili dedem, “Hüseyin “ sözünü isim seçmiş de olmuşum öylece ismimle müsemma…
Dedem ki, Abdullah oğlu Muhammed Mustafa’dır.
Dedem ki, dini için bütün neslimiz yoluna fedadır.
Dedem, ah dedem…
Adı güzel kendi güzel dedem!
Davası uğruna başımı verdiğim ahlak ve edep elçisi dedem!
Davası uğruna kanımı sebil ettiğim dedem!
Davası uğruna canımı feda ettiğim dedem!
Davası uğruna bedenimi zalimlerin atlarının ayakları altında çiğnettiğim dedem!
Ben işte o dedenin torunuyum…
Ve annem…
Annem peygamber kızıdır benim!
Annem, cennet kadınlarının efendisi olan Fatımat’ül – Zehra’dır.
O ki, edep ve iffetinden ötürü “Betül” diye nitelendi inananlarca…
O ki, babasına olan sevgi ve şefkatinden dolayı, tarihte hiç kimseye nasip olamayacak şekilde, “Babasının annesi…” diye övgülendi Allah elçisi tarafından…
Ağabeyim Hasan da benim gibi susuzluktan kıvranarak can verdi. Zira onu da zehirlediler Cude’nin eliyle zalimler…
Kerbelâ çölünün kavurucu sıcağında susuzluktan kıvrana kıvrana verdim canımı ben. Vasiyet eyledim ki, kim içerse bir yudum soğuk su beni hatırlasın da şefaat istesin benden. Zira ben bütün susuzların susamışlığının benzersiz bir nişanesi olsun diye dilim, damağım ve yüreğimle kavrula kavrula ve ateşler içinde yana yana verdim son nefesimi…
Ben Hüseyin’im!
Ben ki, kundaktaki yavrusu kucağındayken boğazından oklanarak evladı katledilen babayım… Ben ki, evlat acısı denilen acıya düçar kılınan, “Ali Asker”i şehit edilen peygamber torunuyum…
Ve sakine ve Zeynep ve Müslim
Ve Celal Abbas ve Hür…
Ne hazin ki, beni de, evladımı da, arkadaşlarımı da, neslimi de dedem Muhammed Mustafa’ya iman ettiğini söyleyen münkirler ve münafıklar katleyledi…
İşte bundandır ki, şair Muhammed İkbal benim için; “Hüseyin hak ile batılı kanıyla ayırdı…” demiştir.
Evet, benim kanımla ayrıldı mümin ile münafık. Kim ki yolumdaysa benim, yolundadır Hakkın! Kim ki, zalimin zulmüne karşı başkaldırıyorsa Allah’a teslim olmuştur kuşkusuz…
Benim davam siyaset davası değildi. Benim davam canını koruma davası da değildi. Benim davam dedemin davasıydı: La ilahe İllallah!
Allah’tan ve adaletten başkasına boyun eğmemek, zalime ve zulmüne biat etmemek, hürriyet ve hakkaniyet yolunda can korkusuna düşmemek…
İşte budur benim yolum…
Selam olsun yolumun yolcularına…
Selam olsun Hakk’a teslim olup ona gönülden inananlara…
Ne mutlu benim için matem tutanlara…
Ne mutlu peygamber nesli için gözyaşı dökenlere…
Ne mutlu fikrimi çerağ gibi rehber edip gerçeğe yürüyenlere…
Şefaatim, “Medet Ya Hüseyin!” diye ağlaşanların üzerine olacaktır!
Şefaatim, “Gel dinim, imanım, İmam Hüseyin!” diyenlerin üzerine olacaktır!
Şefaatim, Hak için cem olup, tevhid okuyan canların üzerine olacaktır!
Yolumu süren ve neslimden seyyitlere merbut ve talip olana medet kılacağım…
Bir gerçekten etek tutup ehlibeyte bende olan müminlere himmet edeceğim…
Zira ben, Kırklar ceminin Mürşidi Muhammed Mustafa’nın Kurret’ül Ayn’ı, yani gözbebeği olan İmam Hüseyin’im!
Zira ben, Kerbelâ meydanında hak için kendini kurban eyleyen Şah – ı Merdan oğlu İmam Hüseyin’im!
Zira ben, erenler serdarı İmam Hüseyin’im!