alevi islam logo
alevi islam logo
MUHARREM ORUCU 4.GÜN (KERBELA VE ÖNCESİ) 1)

MUHARREM ORUCU 4.GÜN (KERBELA VE ÖNCESİ) 1)

22.07.2023

KERBELA VE ÖNCESİ

KERBELA, bu destanın yazıldığı çölün adıdır.

HUSEYİN, bu destanı asil kanıyla yazan erdemli, ilkeli, yürekli ve fedakâr kahramanın adıdır.

O, rahmet Peygamber'inin biricik kızı, iffet ve ismet timsali Fatıma Ana doğmuş sevgili torunudur.

O, İslam peygamber'inin vasisi, evliyanın şahı Ali'nin oğludur.

O, Kuran’da her türlü kötülük ve pislikten tertemiz kılındıklarını Allah'ın beyan ettiği Ehli-Beyt’in bir üyesidir.(Ahzab Suresi. Ayet 33)

O,hepimize Peygamberin tebliğ ücreti olarak sevgisi farz kılınan peygamber yakını, en yakını, yavrusudur.(Şura Suresi Ayet 23)

O,kardeşi Hasanla birlikte, cennet gençlerinin efendisidir. (Hadis-i Şerif. Sahih-i Tirmizi, Sahih-i ibn-i Mace Fazail-i ashab babı vs)

O, Hasan'la birlikte Cennetin ziyneti süsüdür.   (HadisÜsd'ül-Gabe C.l S.151,EI-İsabe,Kenz'ül-Ummal C.6S.221.Tarih-i Bağdad vs.)

O, Hasan'la birlikte Arşın küpesidir. (Hadis. Feyz'ül-Kadir, C.3 S.415. Mecma'üz-Zevaid C.9 S.184, Kenz'ül-Ummal C.6S.220vs,)

 Hz. Peygamber Onun için, "Hüseyin benden ben Hüseyin’denim,  kim Hüseyin'i severse Allah'ta onu sever" buyurmuştur. (Sahih-ı Tırrnızi C 2 $.307. Sahih-i İbn-i Mace,Fazail-ı ashab babında.Müsned ı AhmedC4S,172 vs.)

O ve kardeşi Hasan için peygamber (s.a.v) "Bunlar benim oğullarım, kızım Fatma'nın oğullarıdır, Allah'ım! Ben onları seviyorum sen de onları sev. Onları sevenlerini de sev. "diye dua etmiştir. (Sahih-ı Tirmızı C 2 S 240)  Kenz'ül-Ummal Cİ6 S 220 vs.)

O ve kardeşi Hasan için Hz. Peygamber (s.a.v) "Bu oğullarım dünyadan benim en güzel kokan çiçeklerimdir." Buyurmuştur. (Sahih-ı Buharı Kitab-ı Bed'il-Halk Bab-ı Menakıb'il-Hasan-i Ve'l-Hüseyn (n s).  Sahih-ı Tırmızi C 2 S.306, Müsned-i Ahmed C.2 S 85 V.S) 

Evet, O, tertemiz bir çiçek, O, cennet ziyneti, arşın küpesi, peygamberin yavrusudur.

O, Kur'an'ın indiği, Sünnetin yaşandığı evin Oğuludur.

O, Kur'an-ı Kerimi, muazzez İslam peygamberinin sünnet-i seniyesini, meşruiyeti bütün Müslümanlarca kabul edilen son iki halifeyi, babası Ali'yi, kardeşi Hasan'ı ve son tevhidi din olan İslam'ı temsil ediyor.          

O, iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü, temizliği, adaleti, hürriyeti, cömertliği ve mertliği temsil ediyor.

YEZİD Hüseyin'in tam anlamda tam karşıtı yezit'tir.

O, kötülüğü, yalanı, düzenbazlığı, kirlenmişliği, kokuşmuşluğu, zulmü, despotizmi, nekesliği ve namertliği temsil ediyor.

O, kanun-kura-i bilmez, hak-hukuk tanımaz, ayyaş ve sarhoş birisiydi.

O, dönemin tarihini irdeleyip Hüseyin (a.s) ve Yezid-i tanıyanlar Hüseyin'in, onun için zikrettiklerimizden daha yüce olduğunda ve Yezid için zikrettiklerimizin de hissiyatımızın ifadesi olmayıp) Yezid'in bu zikredilenlerden çok daha rezil birisi olduğunda hemfikirdirler.

Bu Yezîd, sadece peygamber ailesine zulmetmekle kalmamış, peygamberin Mescid ve mezarını ashabının kanıyla kızıla boyamış, ırzları da dâhil, Peygamber şehrinin her şeyini askerlere mubah kılmıştı.

Bununla da kalmayıp Allah'ın bey-ti Kabe'yi mancınıkla taş yağmuruna tutup ateşe vermişti.

Babası Muavi’ye meşru halife Hz. Ali'ye karşı

savaşmış ona sövmek ibadetin bir parçası haline getirmiş, peygamber çiçeği İmam Hasan'ı zehirleterek öldürmüştü.

Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, Hz. Peygambere karşı yirmi bir sene savaşmış, anası Hinde ise Hz. Peygamber'in sevgili amcası Hamza'yı öldürmesi için enteresan vaadlerle Vahşi adındaki köleyi görevlendirmiş, Hz. Hamza'nın şahadetinden sonra da göğsünü yararak ciğerlerini çıkarıp yemeğe kalkışmıştı. Bu yüzden de "akilet-ül-ekbad" (ciğer yiyen kadın) olarak anılırdı.

Bütün bu ve benzeri rezilliklerinden dolayı bu aile, Allah ve resulünün lanetini almıştır.

Yezid Nasıl Hükümdar Oldu?

Kötülük timsali böyle bir zalimin hem de peygamber ashabının yaşadığı bir çağda nasıl oldu da Müslümanların başına hükümdar olarak musallat oldu? Bu sorunun cevabını şöyle özetleyebiliriz:

Yezid'in babası Muaviye, ikinci halife Halife Ömer tarafından Şam valiliğine atandı. Gün geçtikçe güçlenen Muaviye, kendi kabilesinden üçüncü halife Osman döneminde, gücüne güç

katarak başına buyruk bir devlet haline gelmişti. Bu tür valilerin zalimce icraatları ve yolsuzlukları yüzünden üçüncü halife öldürüldü. Hz. Ali zorla hilafete getirildi.

Hz. Ali hükümet programının bir paragrafında haksız kazanç, yolsuzluk ve kamuya ait menkul ve gayrimenkul mallan kanunsuz yollardan ele geçirenlerden, bu mallan hazineye (Bey'tül -Mal e) geri döndürmede ki titizlik ve kararlıydı. Bu kararlılığını şu cümlelerle ifade ediyordu: "Allah'a yemin ederim ki bu mallarla evlenme veya hizmetçi almada harcananları bile tesbit ettiğim an (Bey'tül -Mal e) hazineye geri döndüreceğim. (Bu adil paylaşımdan kimse sıkılmasın) Şüphesiz adalette herkes için genişlik, rahatlık vardır. Adaletten sıkıntı duyan kimse, kendisine yapılacak çevir (haksızlığın) daha sıkıcı olduğunu unutmamalıdır, (adalet bir gün ona da lazım olur.) (Nehc'ül-Belaga lö.hutbe)

Hz. Ali adaletin ancak adil kadrolarla ikame edileceğine inanıyordu. Onun için kirlenmiş kadroları tasfiye edip yerine pınl-pırıl kadrolarla ülkeyi yönetmeyi önemsiyordu.

Zamanın siyasetçileri kendisine bir müddet bu kadrolarla devam etmesini, özellikle Muaviye'ye  dokunmamasını, tasfiye işlemini zamana yaymasını İmam Ali'ye tasfiye ediyorlardı.

Oysa İmam Ali, siyasi oyunlarla iktidarını uzatmaktansa, iktidarı tehlikeye atma pahasına ilkeli, hayatı pahasına adil kalmayı tercih ediyordu ve bunlardan asla ödün vermemeğe kararlıydı.

Hükümet programı öyle, yönetim anlayışı böyle olunca da kendisine bîat edenlerin birçoğu dahi bu sisteme ayak uyduramadılar. Devlet imkânlarından servet toplamaya alışmış güç odaklarıydı bunlar.

Bütün ısrar ve baskılarına rağmen Ali'yi kendilerine benzetemeyince de biatlerini bozup İmam Ali'ye karşı savaş başlattılar. Savaşlar birbirini izledi. En sonunda Ramazan ayının 19. gününün sabah namazında kendisini öldürmeğe gelen Abdurrahman b. Mülcem adındaki teröristi fark etmesine rağmen, daha suç işlememiş birinin özgürlüğünü namazı bitirinceye kadar olsun sınırlamayı hukuk anlayışına sığdıramadı ve ne yazık ki Ali hukuk ve adalet anlayışının kurbanı oldu. Başına aldığı kılıç yarası neticesinde ancak üç gün yaşayabildi.

Kendisine ne yedirseler katiline de onu yedirmelerini, ona işkence etmemelerini, bu cinayetten dolayı taşkınlık yapmamalarını ve adaletten şaşmamalarını vasiyet etti ve öyle de oldu.

Hz. Ali'den sonra halk Hz. Hasan'a biat etti. Bu arada çıkarcı güç odakları Muaviye etrafında kenetlenmiş, merkezi hükümete karşı savaşa devam ediyorlardı.

İmam Hasan hem kendi askerlerinde isteksizlik gördü hem bu iç kargaşayı fırsat bilen dış güçlerin hücuma geçerek  İslam devletini kökten yok etme planlarının olduğunu haber almıştı. Hem de Muaviye tarafının gözünü iktidar hırsı bürümüş İslam'ın yok olma pahasına savaşı sürdüreceklerini gördü.

iktidar uğruna İslam'ın kökten yok olmasına gönlü razı olmadı. İmamet sorumluluğu da buna izin vermezdi. Bunun için bir kısmını aşağıda zikredeceğimiz şartlarla iktidarı Muaviye'ye bırakarak iç savaşa son verdi.

Sulh özetle şu şartlara bağlanmıştı:

Muaviye, bütün İslam dünyasına hükümet ederken Allah'ın Kitabı peygamberin sünnetine amel edecek, geçmişin düşmanlığı geleceğe taşınmayacak, peygamber hanedanına karşı gizlide ve açıkta hileye başvurmayacak, Ali'ye sövmek ve sövdürmekten vazgeçecek, kimseye kötülük etmeyecek ve yerine veliaht tayin etmeyecekti.

Muaviye bu şartlara uyacağını Allah'a ahdediyordu. Muaviye'nin kendisinin de imzaladığı bu şartların bir tekine bile sadık kalmadı. Muaviye icraatında ne kitap ve sünnete uydu, ne düşmanlığa son verdi, ne Ali'ye sövüp sövdürmekten, ne Ehl-i Beyte karşı hile ve entrikadan vazgeçti. Bilakis ırkçı, despot, bir zulüm ve entrika düzeni kurup, İmam Hasan'ı zehirleterek öldürdü.

Kendisinden daha rezil, ayyaş ve sarhoş olan oğlu Yezîd'i veliaht tayin etti. Daha kendisi hayatta iken Yezîd için kiminden çıkar karşılığı, kiminden tehditle bîat aldı. Böylece daha kendisi hayatta iken oğlu Yezid'in hükümdarlığını garanti altına aldı. Neticede Yezid babasından sonra hükümdar oldu.

Kendisine de biatli olmayan İmam Hüseyin'e Yezid'e biat etmesi için baskı yaptıysa da sonuç alamadı. Muaviye sisteminde, Arap olmayan Müslüman kavimler dahi memluk ve mevali (köleler) olarak adlandırılıyordu. Oysa sulh şartlarına uysaydı!.

Kerbela Faciası Neden?!

Muaviye'nin ölümüyle oğlu Yezîd onun yerine saltanat tahtına oturduysa da tahtın sallantıda olduğunu hissediyordu. Zira kendisine Muaviye tarafından alınan bîatlerin yapay, samimiyetten uzak, korku ya da menfaate dayalı olduğunu, iç-tenlikli toplumsal mutabakattan yoksun, daha da önemlisi ümmet nezdinde meşruiyetten yoksun bir saltanat olduğunu görüyordu.

Bu sorunu çözmek için, ümmetin kayda değer ölçüdeki kesiminin teveccühünü kazanmış birinci ve ikinci halifenin ailelerinin mutabakatını alması Önemliydi.

Bunun içinde Abdurrahman b. Ebi Bekr ve Abdullah b. Ömer'in biatini alması gerekirdi. Bundan çok daha önemlisi, Hz. Peygamberin kabilesi olan Haşimilerin mutabakatını kazanmaktı. Bunun içinde İmam Hüseyn'in biati gerekirdi.

 Hüseyin biat ederse , Yezid saltanatının meşrutiyetini  artık kimse tartışamaz, kimse Yezîd'e karşı çıkma cesareti gösteremez. Çünkü Yezîd'in bütün mezalimi İslam'a fatura edilecek, İslam'a karşı çıkan da kâfir sayılacaktı.

Evet, İmam Hüseyn'in Yezîd'e biati, onun bütün icraatını Hz. Peygamber adına, Kur'an adına ve İslam adına onaylama anlamına geliyordu.

Değilmi ki Hüseyn, peygamberin sevgili torunu, meşruiyeti ümmetçe tartışmasız kabul edilen dördüncü halife Ali'nin oğlu ve beşinci halife, Hz. Peygamber'in büyük torunu İmam Hasan'm kardeşi ve vasisidir?

Değil mi ki İmam Hüseyn, Kur'an'in indiği ve sünnetin yaşandığı evin oğludur; Değil mi ki O'nü sevmek Hz. Peygamber'in tebliğ ücreti olarak bütün Müslümanlara farzdır? Değil mi ki O'nün tertemiz, pırıl- pırıl olduğuna Allah garanti vermiştir?

Değil mi ki O, Peygamber'in emanetidir? O, biat ederse artık Yezîd'e karşı kim ses çıkarabilir?   Kim Yezîd saltanatının meşruiyetini tartışabilirdi?

 Onun için Yezîd, Hüseyn'in bîatini, saltanatının tesbiti için vazgeçilmez görünüyordu .Bu yüzden hemen Medine valisi Velid'e bir mektup göndererek, Israrla Hüseyn'den kendisi için bî-at almasını, bîat etmemesi durumunda kellesini almasını yazdı.

Velid, İmam Hüseyn'i valiliğe çağırıp, Yezîd'in mektubunu aynen O'na okuyarak Yezîd'e bîat etmekle ölüm arasında bir tercih yapma durumunda olduğunu bildirdi.

İmam Hüseyn, kendisinin nübüvvet hanedanından, risalet kökünden ve meleklerin inip kalkığı evden olduğunu, yani Kur'an, Peygamber ve İslam'ı temsil ettiğini, buna karşın Yezid'in hak-hukuktan ayrılmış, içkici, haksızca cinayetle insanları Öldüren, açıkça İslam yasaklarını çiğneyen ve alenen Allah'a isyan eden bir f asık olduğunu hatırlatarak kendisinin konumundaki bir insanın Yezid gibi kanun-kural ve hak-hukuk tanımaz birine bîat etmesi, yani onay ve destek vermesi, onurlu ve ilkeli bir davranış olmayacaktı.

Değil mi ki Yezîd, zulüm düzenini sağlamlaştırmak ve meşruiyet sorununu çözmek için Peygamber evladı Hüseyn'i bîate, yani zulüm düzenine onay ve destek vermeğe zorluyordu?

Hüseyin, bu baskıya boyun eğerse artık kim bu zulüm ve istibdad düzenine karşı koyabilirdi ki? Öyle bir vebalin altına Hüseyn girebilir miydi?

Hüseyn, Yezîd'e uzatacağı bîat elini aslında adaletin, hukukun ve özgürlüğün şahdamarına uzatmış olmayacak mıydı?

Hüseyn, böyle bir vebal ve zillet altında, Allah huzuruna, dedesi Peygamber'in, babası Ali'nin ve anası Fatıma'nın huzuruna yüz akıyla çıkabilir miydi? Zulüm altında inim inim inleyen mazlum müminlerin yüzüne bakabilir miydi?

Bin kere "hayır!" Hüseyn, Yez'id'e bîat ederek, onun zulüm düzenine onay verip destek olamazdı.

Hüseyn, ya İslam'ı, adalet ve Hürriyeti kendi hayatına feda edecek, ya da hayatını bu yüce değerlere feda edecekti.

Üçüncü seçenek verilmiyordu. Evinde hapis veya dedesinin ülkesinden sürgün edilme seçeneği bile O'na verilmiyordu.

Hüseyn Yezîd'in despot ve zalim sistemine onay ve destek vererek onursuzca ve zilletle yaşamaktansa, onaylamamakta (kendisinin ve en sevdiklerinin ) hayatı pahasına direnip şehadeti. yani izzetli ve onurlu ölümü seçti. Doğru seçim yaptı. O'na yakışan da buydu.

Evet mazlum Hüseyn kendisine yakışanı yaptı da, ya zalim Yezîd'e ne demeli?

Peygamber'in bûsegâhı (öptüğü yer)olan bir boğaza hançer vurmaya nasıl kıyabildi!?

Ama Yezid ki yirmi bir yıl Peygambere karşı savaşan Ebu Sufyan'ın torunu,

Yezîd ki Peygamber'in amcası Hamza Sey-yid'üş-Şüheda'nın ciğerini yiyen Hinde'nin torunudur, îmam Ali'ye sövmeği ibadet haline getiren, İmam Hasan'ı zehirleterek öldüren Muavi-ye'nin oğlu Yezîd'ten de ancak bu beklenirdi.

Allah ve Resûlü'nün lanetlediği ailenin oğlu Yezîd'in işlediği bu cinayetin üzerinden daha iki sene geçmeden Peygamber şehri Medine'ye bir ordu göndererek, ashabın kanı ve ırzı da dâhil her şeyini askerlerine mubah kıldı. Ravza-i Mutahhara'yı atlarına ahır yaptı. Peygamber'in mescid ve mezarını, oraya sığınan ashabın kanına boyadı.

Bilanço: Bu şehirde kafesteki kuşlara varıncaya kadar, müdhiş bir yağma, namusu kirletilmiş binlerce sahabî kızı-gelini, bunun sonucunda doğmuş gayr-i meşru çocuklar, on binlerle ifade edilen ölü sayısı.

Bu katliamdan ancak Yezîd'e (vatandaşlık ta değil, tebaalık da) kul ve köle olmak üzere bîat edenler, kısmen canını kurtarabildi. Bu facia, tarihe meşum "Harre Vaka'sı" olarak geçti.

Bu facianın hemen peşinden de Mekke-i Mu-azzama'ya yönelerek Mescid-i Haram'ı mancınıkla taş yağmuruna tutup Müslümanların kıblesi Kabe'yi ateşe verdi. Oradaki mukaddes emanetleri yakıp kül etti.

İşte tam burada "İmam Hüseyn'in Yezîd'e bî-ati ne anlama gelecekti ve hangi rezillikleri onaylayıp desteklemiş olacaktı?" sorusunun cevabı daha iyi anlaşılıyor.

Hiçbir mukaddese saygısı olmayan zalim Ye-zîd'in, Bedir'de ölen müşrik dedelerinin intikamını Hz. Peygamber'den almak için bütün bunları yaptığını açıkça kendisinin söylemesine rağmen, hala Yezîd'in bütün bu cinayet ve rezilliklerine mazeret uydurup, Yezîd'i korumaya çalışanların günümüzde dahi var olduğunu hayret ve ibretle müşahede etmekteyiz.

Asıl hayret veren bu korumayı din adına, İslam adına yapmış olmalarıdır. Yezîd'i mazur görüp koruma ihtiyacı hissedenler, o dönemde yaşasalardı onun askeri olup bütün bu mezalime

ortak olacaklardı. Zaten ortak sayılırlar. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) "Kim bir kavmin yaptıklarına rıza gösterirse o da onlardandır" buyurmuştur. Akl-ı selim de bunu hükmeder.

Onun içindir ki halkımız (Alevî'siyle Sünni'siyle), Yezîd avukatlarının tüm gayretlerine rağmen, Ehl-i Beyt ve Hüseyin'e karşı aşk ve meveddet (Sevgi ve bağlılık), Yezîd ve yaptıklarına karşı ise kin ve nefretten başka bir his taşımamaktadır. Böyle bir zalime, böyle bir zulüm sistemine bîat etmeyen peygamber çiçeği İmam Hüseyin'e ölümden başka seçenek bırakılmayınca o yüce insan da şahadeti seçti.

Top