Adaletsizlikleri önleyen, tüm insanların kardeşliğini savunan, evrensel insan haklarını berrak bir şekilde tüm insanlığa ulaştıran İslamiyet’in temel rehber kitabı olan Kuran-ı Kerim de insanı âlemin merkezine yücelten kutsal bir metindir.
“Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak üzere yüce yaradan tarafından sizlere tebliğci olarak gönderildim” diyen Hz. Muhammed; gelir eşsizliğinden, cinsiyet ayrımcılığı dolayısıyla kadın sömürüsünden, haksız yere kazanç sağlayanlara kadar insanın, insan üzerindeki haksız hâkimiyetini kaldırmış, tüm insanların eşit ve bir olduğunu söylemiş ve tüm yaşamı boyunca bunu ahlaklı yaşamın esası olarak kabul etmiştir.
(Hz. Peygamber; Ben ahlak binasının son tuğlasıyım. Ahlak binasını sevmemek mümkün mü?)
Hiçbir soy ve boyun, hiçbir ailenin, zümrenin ve sınıfın birbirinden üstün olmadığını her gittiği yerde anlatan, her atadığı yöneticiye, komutana bildiren Hz. Muhammed, yeryüzünde tüm zamanların en dahi insanları arasında yerini alarak, kurmuş olduğu dinin tebliğcisi olarak bugüne kadar ve bundan sonra da sonsuza kadar anılmayı hak etmiştir.
Çeşitli ibadet anlayışlarıyla Tanrı’ya ulaşılması konusunda insana büyük bir özgürlük alanı bırakan İslamiyet, bugün ilk günkünden fazla çok büyük bir coğrafyada bir milyardan fazla insan tarafından bağlanılan, bir dindir.
İslamiyet’te Tanrıya varma ve ibadet uygulamalarındaki farlılıklardan dolayı birçok mezhep, tarikat ve inanç sistemi kurulmuş; kimi zaman şiddete varan uygulamalarla tek tip bir islami yorum yayılmaya çalışılmışsa da insanın ve toplumun sosyo/psikolojik yapısına aykırı olduğu için bunda başarılı olunamamıştır.
İslami kuralları temel rehber alarak kurulduğunu söyleyen kimi devletler, bu dinin tüm değer sistemlerini tahrip etme pahasına dini siyasallaştırmış ve dince kutsal sayılan değerleri kullanarak, samimi dindarları, dini farklı bir şekilde yorumlayanları büyük baskılar altında tutup onlara işkence yaparak, yüzyıllar boyunca bitmez acılara sebebiyet vermişlerdir.
İslamiyet’in kuruluşundan bu yana bin dört yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hala günümüzde bile yaşanan sancılar vardır. Kadınlara recm (dince yasak sayılan şeyleri yapmasından dolayı taşlanarak öldürülmesi uygulanması), din adına büyük terörist saldırılarda bulunulup binlerce insanın ölümüne sebebiyet verme gibi kabul edilemeyecek ağır insan hakları suçları maalesef İslam adına işlemeye devam etmektedirler.
Demokrasinin ve laikliğin her ne kadar İslamiyet’le uyuşmadığı konusunda çok uzun yıllardan beri bir takım ön yargılı, maksatlı, yanlış açıklamalar ve bunu ispatlamak için çalışmalar yapılmışsa da; genel olarak şimdi çoğu bilim insanlarının, ilahiyatçıların, din âlimlerinin, inanç /kanaat önderlerinin de aktardıkları gibi; İslamiyet ile demokrasi ve laiklik uyuşmaktadır.
Net olarak görülmeyen tek nokta ise İslamiyet ve demokrasi, laiklik adına konuşanların bu gerçekleri bir türlü kabul edememeleri ve insanların huzurlarını kaçırmaktan çıkar ummalarıdır.
Bugün emsalsiz Ulusal Kurtuluş Savaşı Destanını büyük Türk milletiyle birlikte yazıp, sonsuza kadar yaşayacak bir Türk devleti kuran, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu sistemde göstermiştir ki; demokrasi ve laiklik, İslamiyet ‘le çok güzel bir şekilde uyuşabilmekte, hatta bundan da insanımıza ve toplumumuza büyük yararlar doğmaktadır.
Bugün bizlere düşen İslamiyet’in yüce değerleriyle birlikte, demokratik laik devletimize Atatürk Devrim ve İlklerine sahip çıkmaktır.
İslamiyet’in tüm yüce değerlerini onun kurucusu olan Hz. Muhammed’den öğrenen Hz. Ali istisnasız tüm Müslümanların en çok sevdiği ikinci dini şahsiyettir.
İslamiyet’i ilk kabul edenlerden, Hz. Peygamber’ e en fazla yardımda bulunup, Kuran’ı Kerim’i en iyi şekilde yorumlayan kişi olan Hz. Ali; daha çocukluğunda haksızlıklara karşı çıkmış, putları parçalayarak inanç ve insan sömürüsüne karşı mücadeleye girişmiştir.
Kuran’da yerini alan, Veda Hutbesin’ de ve yüzlerce sahih (güvenilir) hadiste de belirtildiği gibi; Hz.Peygamber ve onun masum ve yüce ev halkı Ehlibeyt, yani Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz.Fatima, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin (Pençe-i Ali Aba),tüm yaşamları boyunca, kendilerini izleyen 12 İmamlar, Kırklar gibi insanlığı yücelten tutum ve davranışlarıyla tüm Müslümanlara örnek olmuş kişilerdir.
Ehlibeyt’in ışığıyla yanan,nuruyla nurlanan ve kendilerine Alevi denilen Ali yanlıları, Hz.Ali’nin faziletlerini kendilerine örnek alarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
Hz. Ali’nin; Mısır’a tayin ettiği Malik bin Ejder’e yazmış olduğu mektupta; “Oraya gittiğinde tüm insanlara hiçbir ayrım yapmaksızın hizmet götüreceksin, bu insanlar Müslüman olmuş, olmamış önemli değil”, diyerek yüzyılları aşan büyük erdemliliğiyle, yeryüzünün devlet adamlığının en üst mertebesine çıktığını göstermesi açısından çok önemlidir.
İşte Alevi İslam anlayışını benimseyen yeryüzündeki yüz milyonlarca insan bu yapısıyla Ali’yi, Ali görüp onun ev halkından yani, Alevi olmuşlardır.
O mazlumların şahı İmam Hüseyin’in babası, masumluklar timsali, anaların anası Hz. Fatıma‘nın eşi, Hz. Muhammed’in de canından bir can ve kandır.
Kendi soylarının iktidarını, çoğunluğun haklarını gasp etme politikası üzerinde kuran Emevilerin ve Abbasilerin yapmış oldukları zulümlerin de etkisiyle Ehlibeyt soyu Maveraünnehir’de Türk boylarının içine gizlenip, yaşama olanağı bulmuş ve varlığını sürdürebilmiştir.
Türk boyları Ehlibeyt’i sinesine sararak onların tüm erdemlerini de yaşamlarına geçirerek binlerce yıllık köklü inanç ve kültürel birikimleriyle İslamiyet’in Ehlibeyt yorumlarıyla derin bir şekilde bütünleşmişlerdir.
Orta Asya ‘dan Anadolu’ya, Balkanlara doğru ilerleyen tüm Türk kavimleri işte İslamiyet’in batini, tasavvufi yorumla algılayan, dini her türlü zorlamaların, korkuların, kıyımların ötesinde, üstünde gören bir anlayışı geliştirmişlerdir.
Gönül kırmayı en büyük günah sayan Alevi İslam anlayışı çok açık ve nettir; ele, bele, dile sahip olunmasını; şeriat,tarikat,marifet,hakikat kapılarından geçilmesini, aklın özgürleşmesini,aklın imanla örtüşmesini,ibadeti bir tabu olmaktan çıkarıp,su güzelliğinde,ışık aydınlığında,toprak bereketinde,rüzgar duruluğunda yapılıp, vakitlere, mekanlara hapsedilmemesini; kadınıyla aynı mekanda ,sazıyla Kuran’ın surelerini yorumlayıp, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mevlana gibi filozofların öğütleriyle sohbet edilerek; güzellikler anlatılarak, gör sen o zaman dini, İslamiyet’i, diyen anlayışla İslamiyet’e yer yüzünde en özgürlükçü yorumu getirmiştir.
Alevi İslam anlayışında en temel değer insandır. İnsan yüceldikçe, din de yücelir. İnsana değer verdikçe, din de değer kazanır. İnsansız bir dünya, bir yaşam olmayacağı gibi,insansız bir inanç da olamaz.Yeryüzündeki tek bir kul,insan olarak bir diğerinden üstün değildir.Yeryüzündeki yetmiş iki millete bir nazarla bakmak Alevililiğin olamazsa olmaz ilkelerindendir.
Alevi İslam inancının en temel düsturu temiz ahlaktır. Arsız, hırsız,cani insanlıktan çıktığı gibi Alevi de olamaz.Alevi,Bektaşi,Mevlevi Ali yanlısıdır.Ali gibi yaşayandır.Ali’nin yolundan gidendir.
Doğruluğu ilke edinmiş insandır. Bir başkasını inciten, ibadete yani ceme bile alınmaz.
Tüm esnaf sisteminin Alevi İslam inancının öngördüğü şekliyle iyi, temiz,güzel ürün üretip halka yaralı olma anlayışından hareketle kurumlaşan Ahilik; temel kurucularının felsefi yaklaşımlarıyla sadece bir üreticiler birliği olmanın çok ötesine geçmiş ,erdemli,ahlaklı,edepli bir toplum yaratılması konusunda en temel sosyal sistem oluşturulmuştur.
İyi ürün üretemeyenlerin “papucu dama atılırken”siftah yapıp işlerini yoluna koyan bir iş sahibi, komşusu eğer siftah yapmamışsa, maddi bakımdan kötü durumdaysa müşterisini ona yöneltir,ona yardımcı olur.
Türk törelerinden akıllılık, kardeşlik, fetalık,kahramanlık değer sistemlerine bağlı olarak tüm Anadolu’da çok büyük bir örgütlenme teşkilatı kuran Ahilik sistemi aynı zamanda yurdun işgale uğraması durumunda da en büyük karşı güç olmuştur.
İşte Alevilik bu değerlerin adıdır. Bu değerlerle bezenmenin adıdır. Ahlaklı, namuslu ve şerefli yaşamın adıdır.
Bu değerlerle yaşamı yüceler yücesi Allah cümlemize nasip eylemesi niyazı ile gerçeğe Hû....
|