Sözlükte “ruh, can, hayat, hayatın ilkesi, nefes, varlık, zat, insan, kişi, hevâ ve heves, kan, beden, bedenden kaynaklanan süflî arzular” gibi mânalara gelir nefs kelimesi. Kur’an’da “ruh” anlamında kullanıldığı gibi (el-En‘âm 6/93) “zat ve öz varlık” mânasında da kullanılmıştır (Âl-i İmrân 3/28, 30). İnsanı ilâhî hitaba muhatap kılarak onun sorumlu tutulmasına sebep olan nefse kötülüğü emretme (Yûsuf 12/53), nefsi ve yaptığı kötülükleri kınama (el-Kıyâmet 75/2), daha ileri bir aşamada huzura erme (el-Fecr 89/27) gibi birbirinden farklı görevler yüklenmiştir. Ruh anlamına gelmesi, Allah’ın “emr”inden olan ruh hakkında çok az bilgiye sahip olunması (el-İsrâ 17/85) ve birçok zıt mâna içermesi nefsin tanımlanmasını zorlaştırmış; hayır-şer, sevap-günah, iyilik-kötülük gibi zıtlıkların konusu ve öznesi olarak görülmesi bazen olumlu yönünü, bazen da olumsuz yönünü öne çıkaran tanımların yapılmasına sebep olmuştur. Kur’an ve hadislerde nefsin çeşitli niteliklerinden söz edilir. Bu hususlar, nefsin ne olduğunu açıkça ifade etmese de birtakım ipuçları vermesi bakımından önemlidir. Nitekim nefse dair yapılan tanımlarda bu ipuçlarından faydalanılmıştır. Sahâbîler ve onları takip eden ilk iki nesil nefsin tarifini yapmaya ihtiyaç duymamıştır (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 178). Kur’an’da Allah’ın (Âl-i İmrân 3/28, 30; el-Mâide 5/116; el-En‘âm 6/12, 54; Tâhâ 20/41) insanların ve cinlerin (el-En‘âm 6/130), hatta cansız putların (el-Enbiyâ 21/43; el-Furkān 25/3) nefsinden bahsedilmiş, ancak meleklerin nefislerinden söz edilmemiştir. İnsan nefisle beden birlikteliğinden oluşan bir varlıktır; bedene hayatiyet veren nefistir. Nefse yüklenen zıt sıfatları dikkate alarak bir bedende üç, dört veya beş nefsin mevcut olduğunu kabul edenler bulunmakla birlikte nefsin genellikle bölünmez ve parçalanmaz bir tek şey olduğu görüşü benimsenmiştir.
Sufiler, Kur`an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerine dayanarak, insan nefsinin altı mertebesinin olduğunu ileri sürmüşler ve kendilerinden de yedincisi diye nefs-i kâmileyi ilave ederek yedi mertebeye çıkarmışlardır.
1. Nefs-i Emmâre: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir.
2. Nefs-i Levvâme: Allah`ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği günahlardan dolayı üzülen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir.
3. Nefs-i Mülheme: İlhama mazhar olmuş nefistir.
4. Nefs-i Mutmainne: İmân esaslarına inanan, İslâm`ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiçbir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir.
5. Nefs-i Radiye: Her yönüyle Hakk`a yönelen, Allah`tan gâfil olmama şuuruna eren ve O`ndan razı olan nefistir.
6. Nefs-i Mardiyye: Bütün benliği ile Hakk`a teslim olan ve böylece Allah`ın kendisinden razı olduğu nefistir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur`an Dili, İstanbul 1970, VIII, 5817).
7. Nefs-i Kâmile: Bütün kötülüklerden sıyrılıp manevi olgunluğa eren nefis. Bu mertebeye erişen bir kişinin bütün sıfatları güzeldir ve her hali ibadet sayılır (Süleyman Uludağ, Kuşeyri Risalesi tercümesi, s. 222, 277, 290).
Aslında nefs, bir şeyin kendisi, benliği, zatı ve hakikatıdır. Ona göre nefs-i mutmainne, o dereceye ulaşan insanın kendisi demektir (Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, VIII, 5814).
Nefs-i mutmainne, Kur`anda bir yerde geçmektedir:
ALEVİLİKTE NEFS
İnsanlık tarihi savaşların tarihidir dersek yanlış söylemiş olmayız. Doğayla, hayvanlarla ve kendi cinsleriyle yıllardır mücadele eder insanlık. Tarih boyunca süren savaşların bilinen bir sebebi var: özel mülkiyet hırsı. Savaşın taraflarını da şöyle tanımlayabiliriz; nefsi (“ben”leri) kışkırtılmış insanlar topluluğu. Savaşlar dursun, tahribat dursun deniyorsa bunun yolu nefsi (içindeki “ben”i) öldürmekten geçer. Bunun yolu da uzun ve ciddi bir eğitimle, insanların iç dünyasındaki kötü huyları yok edip iyiliklerle örmektir.
İşte bu savaşın adı nefsten (“ben”den) kurtulma savaşıdır. İnsanlar doğadaki birçok nesneyi kılavuz edinmiştir. Bunlardan en önemlilerinden biri de topraktır. Toprağın cömertliği karşısında insanlık ona “Toprak Ana” demiştir. Toprak insanların bütün hoyratlığına rağmen cömertliğinden vazgeçmemiştir. Doğurganlığı onun karakteridir. İnsanlık nefs (ben) savaşını kazanarak toprağa benzeyebilir mi? Sorun birazda budur.
Ölüm ve doğumu insan yaşarken gerçekleştirir. Kötü kimliğinde ölür, toplumcu kimliğinde yeniden doğar. Kötü kimliğinde ölmenin yolu nefsle köklü ve kararlı bir savaştan geçer.
Ölmeden Önce Ölmek
Nefs terbiyesinde en ulu mertebe; ölmeden önce ölmektir.
Nedir ölmeden önce ölmek?
Ölmeden önce ölmek, “Dört Kapı Kırk Makamı” adım adım-aşama aşama öğrenip, anlayıp, içselleştirip yaşamına aktarmakla, her nefes alışverişine aksettirip yön verir hale getirmekle elde edilen bir makamdır, aşamadır.
Ölmeden önce ölmek, yaşamın zirve noktası, en üst aşamasıdır. İnsanın cümle hakikat sırlarına vakıf olduğu, tüm çıplaklığıyla Hakk’ın gerçekliğinin bilincine ulaştığı, öteleri yakın eylediği, “Bâtın”ın (gizlinin) aşikâr olduğu bir ruh halidir.
Ölmeden önce ölmek, cümleden de anlaşılacağı gibi ölmeden, yani bedenen ölmeden ölmektir. Bedenen sağlıklı olup ruhen (can olarak) ölmektir. Ölenlerin ancak vakıf olduklarına, nail olduklarına, yaşamış olduklarına ulaşıp yaşamaktır.
Yol Cümleden Uludur
“Yol, cümleden uludur” diyerek, benlikleriyle olan savaşın cephesi konumundaki ‘nefslerini’ bu yolda terk etmek her Alevi ve Bektaşi talibin vazifesidir.
‘Seyrü sülük’ denilen, tasavvuf ve tarikata giren kimselerin manevi makamlarını tamamlayıncaya kadar geçirdiği safhalara verilen genel ad, aslında manevi bir yolculuğun en çetin şeklini de ifade etmektedir.
Büyük olan kişinin nefsiyle, kendi benliğiyle savaşmasıdır. Bu savaşın en başta birinci kuralı nefsi eğitmektir. Eğitim insana bilgi geçişi yapmak değil, komple vücudu bütün uzuvlarıyla toplumsallaştırmaktır. Eline, beline, diline hâkim olmak ancak nefsini yenilgiye uğratmış, nefsiyle savaşını kazanmışların marifetidir.
Marifet diyoruz çünkü nefse karşı kazanılan savaş, kâmil toplum yaratmanın da önemli bir aşamasıdır. Nefs (ben) savaşını kazanmış insan, doğaya düşman, bitkiye düşman, hayvana düşman, insana düşmandan doğaya dost, bitkiye dost, hayvana dost ve insana dosta dönüşür. Başta da söylediğimiz gibi kitlesel savaşlar nefs kalabalığının yarattığı büyük felaketlerdir. Barışı da ancak öz benliğini eğitmiş insanlar topluluğu kuracaktır. Bu da inat ve meşakkatli bir iştir.
Sonuç olarak;
Sözlerimi büyük Alevi ereni Âşık Veysel ile bağlamak isterim:
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?
Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum?
Ulu Hünkâr Hâce Bektaş Veli şöyle buyurmakta: “Marifet nefsi silmek değil, bilmektir”. Ulu Hünkâr’ın bu belirlemesi sadece geçmiş ve günümüzde değil, gelecek için de yol göstericidir.
Nefis; insanoğlunun çatışmalı olduğu ve bir türlü gerçek anlamıyla bir ortak çözüm bulamadığı bedensel ihtiyaçlar bütünüdür. İnsanlar nefislerinin aşırı derecede esiri olmuşlar, buna karşı bazı insanlar da tepki şeklinde nefislerini inkâra yönelmiş, yok saymak istemişler. Oysa nefis, insan tabiatının inkâr edilemez bir gerçeği. Bu gerçeği belirtirken insanın nefsinin esiri olması anlamında belirtmiyoruz. Özce söylersek ne nefsimizi inkâr edelim ne de nefsimizin tutsağı, esiri olalım.
Nefsi bilmek, sınırlarını öğrenmek, nefsi ahlâki ölçülere göre; değerlere bağlılık, doğaya bağlılık, inanca bağlılık temelinde değerlendirmek gerekiyor. Birçok insanın nefsinin esiri olduğunu görüyoruz. Nefsi doyurmak adına yapılan iğrençlikleri, sahtekârlıkları, hilebazlıkları, yaşanan çirkefleri görüyoruz. Bütün bu kabul edilemez gayriahlâkî tutumları reddetmek, mahkûm etmek ve bunlardan süratle arınmak gerekiyor.
Dizginlenemeyen nefis bir zaman sonra çöküntüyü de getirir. Belki bazı güncel kazanımlar elde edilir. Fakat sonuç itibariyle kazançtan çok bir kayıp ortaya çıkıyor. Nefsinin esiri olan bir kimse, nefsini doyurmak için her türlü yola başvurur. Nefsi doyurmak adına her türlü yola başvurmak ne kadar doğru? Hayvani bir arzu ve şehvet duygusu ile nefsinin emrine amade olan insan kaybetmiş kimsedir. Burada nefsin olmadığı sonucu çıkmasın. Nefis vardır. Nefis insanidir. İnsani olmayan, nefsini bilmemek ve bunun sonucunda nefsin elinde bir kukla olmaktır. İnsan olan özgürdür ve asla kuklalığı kabul etmemelidir. Nefis vardır. Nefis insana özgüdür. Doğru anlamda, inanca, doğaya ve insani değerlere bağlılık temelinde kullanılırsa iyidir. Güdülerin esiri olmak, onların yönlendirmesiyle hareket etmek gayriinsanîdir. İnsanlık dışı bütün davranışları, nedeni, gerekçesi ne olursa olsun reddediyoruz, mahkûm ediyoruz.
Nefis derken birçoklarının aklına sadece cinsellik gelebilir. Nefis cinsellikle beraber bütün bedensel ihtiyaçlardır. Yani yemek, içmek, giyinmek vb... Bunlara mevki, makam, para, şöhret vb. hırsları da katabiliriz. Genel kanı olarak nefisten anlaşılan bedensel ihtiyaçlardır.
Bedensel ihtiyaçlar gereklidir. Ancak aşırısı zararlıdır. Örneğin aşırı yemek yemek gibi ya da aşırı şekilde sevilen bir meyvenin çok yenmesi gibi. Her insanın mutlaka bu tür bir deneyimi olmuştur. Ondan sonra insan çok dikkatli davranmıştır.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi nefsin tanımı ve nedenleri somut değil. Anlatımdaki zorluğumuz da bundan kaynaklanıyor. Bu anlatım zorluğuna rağmen yine de düşüncelerimizi Ulu Hünkâr’ın da yardımıyla belirtmeye çalıştık. Sonuç olarak tekrar özetleyelim ki; nefsimizin esiri olmayalım! Nefsimizi de yok saymayalım. Nefsimizi bilelim ve bilgimiz ölçütünde de onunla dost olalım. Başkalarının doğrularını değil, vicdanımızın ve aklımızın doğrularını esas alalım. Yaşamımızı, nefsimizin emrinde doymak bilmez arzuları tatmin peşinde koşarak geçirirsek, kendimize yazık etmiş olur ve hayattan bir şey anlamadan gitmiş oluruz. Neden nefsimizin emrinde onun tutsağı olalım ki? Nefsimizi bilip kontrol edersek, nefsimiz böylece ruhumuza ve bedenimize hizmet etmiş olur. Doğru olan da budur. Nefsimizi bilmek için geç kalmış sayılmayız. Öyleyse…
Bakara Suresi Ayet 54 : “Nefislerinizi öldürünüz, Yaradanınız katında sizin için hayırlıdır.”
Alevilikte 4 kapı 40 makam vardır. Bunlar, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat. Her birinin 10 makamı vardır. Şeriat olgunlaşmamış, gelişmemiş anlamındadır. Nefs ile uğraşmak şeriatta değil tarikatta başlar.
Nefis için değişik tarifler yapılmıştır. Bunlardan birkaçı:
“Bir şeyin zâtı, kendisi, hakikati.”
“Ruh, kalp, can.”
“Bedene müdebbir (bedeni idare eden) olan ruh.”
“Şehvet ve gazabın başlangıcı olan kuvve.”,
“İnsandaki kötü vasıfları toplayan bir asıl” (Gazalî)
“Şehvanî arzulara ve şeytanî yollara itirazsız, severek giren ve daima kötülüğü emreden düşman.”
ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI
Alevîlik, Muhammed Ali’nin kurduğu bir yoldur. Bu yola ancak akla karayı, doğru ile yanlışı, hak ile ...
DevamAlevilere yüzyıllarca “Rafizi”, “Kızılbaş” dendi. Daha doğrusu Hz. Ali’yi sevenlere “Dinden çıkmış, ...
Devam13. asırda büyük bir karanlık içindedir. İnsanların kazıklara oturtulduğu engizisyon mahkemelerinin ...
DevamHayat denilen yolculuk -doğumdan ölüme- göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçmektedir. Kişi son nef ...
DevamTüm mesele; “Işık mı karanlığı boğacak; yoksa karanlık mı ışığı boğacak?” Eğer ışık karanlığı boğabi ...
Devam