Ahlak kişiye, hukuk topluma yöneliktir. Biri adil bir düzeni, diğeri kâmil bir insan örneğini gerçekleştirmek ister. Birisi kanunlarla, diğeri ahlak okulu olan Cem’lerle bu amaca ulaşmaya çalışır. Sünni şeriat anlayışında hukuk, Alevi şeriat anlayışında ahlak öncelik taşır. Birinde hukuk ağırlıklı bir ahlak, diğerinde ahlakın egemen olduğu bir hukuk ve devlet anlayışı söz konusudur. Sünni şeriatında ahlak, mükâfat-ceza esasına, Alevi şeriatında ahlak, muhabbet (sevgi) esasına dayanır. Birinde hareketleriniz ödül ve ceza ile koşullandırılmış, diğerinde ise ahlak koşulsuz, ne ceza korkusu ne ödül umudu olmaksızın geçerlidir. Mükâfatı ise iç aydınlığıdır, “İnsan-ı Kâmil”liktir. Birisin de içtihat (Akıl) kapısı kapalı, diğerin de (Alevilik) açıktır. Biri nuraniliğe kapalı, diğeri açıktır.
Demek ki; Şeriat denince hukuk kapısı söz konusudur. Birinde, hukuk ağırlıklı bir ahlak, diğerinde ahlakın egemen olduğu bir hukuk vardır. Amaç bireyin, bütün insanların hakkına, hukukuna riayet edip, başkalarına zarar ve ziyan vermeden yaşamını sürdürmesidir. Bunu sağladığı takdirde birisinde ödül (cennet) ve ceza (cehennem), diğerinde iç aydınlığı yani tamlık (kemâlet) vardır.
Şeriat kapısı insanın kendisini eğitmesi devresidir. “Buyruk”a göre şeriat kapısında insan okur- yazar olacaktır. Kurân-ın da ilk ayeti “oku” dur. Okuyan bilecektir ve bilen de yaşayacaktır. Bilgi sahibi olup yaşadığı cehaletten kurtulup kemalet sıfatına bürünecektir. Yani, tamlığı yakalayacaktır. İmam Cafer Sadık “Buyruk”un da, pir’in okur - yazar olmasını şart koşmaktadır. Hz. Ali’nin “Bilgiyle dirilen ölmez.” diye buyurmasının anlamı budur. Şunu da unutmamak gerekir ki, kişi kendini bilmiyorsa okumuş olsa da cahildir.
Hünkar Hacı Bektaş Veli; “Sen seni biliyorsan nuru Hüda’dır; Sen seni bilmezsen, Hakk senden cüdadır,” diye buyurması bunu teyit etmektedir.
Hz. İmam Ali de, insanın özünü dara çekip kendini sorgulamasını istiyor;
“Allah’ın kulları, yaptıklarınız tartılmadan siz tartın kendinizi; hesabınız görülmeden siz görün hesabınızı. Boğazınız sıkılmadan önce soluk alın. Zorla sökülüp götürülmeden önce hazır olun ve bilin ki kim kendisine yardım etmez, öğüt vermezse, kim kendisini korkutmazsa, korkmazsa, başka bir korkutucu ona fayda vermez. Başka bir öğütçünün öğüdü ona tesir etmez.”[1]
Sorgulamasız her şey olunur ama insan olunmaz. Aleviler, bu kutlu sözü, “özünü dara çek” diye anlamış ve yaşamlarına katıp sorumlu bireyler olmaya çalışmışlardır. Emin insan; eline, diline, beline sahip olandır. Demek ki, şeriat kapısında kendimizi bilip, bedenden gelecek tüm kötülüklerden arınmamız gerekmektedir.
Şeriat ve tarikat dedik. Bu iki kavramın ayrıcalığını görebilmek için Peygamberimizin Hakk’a yürümesinden sonraki olaylara bakmak lazımdır.
İslam Peygamberinin iki niteliği vardı:
-Öğüt verici olması,
-Kanun koyucu ve devlet kurucusu olması!
Peygamber Efendimizin yaşamında ayrılık yoktu. Çünkü O, karizmatik liderliğiyle her kesimi temsil ediyordu. Hakk’a yürümesinden sonra olaylar başladı. İslamiyet, Emevi saltanatına dönüşünce, din; din olmaktan, şeriat; şeriat olmaktan çıktı, yozlaşmaya ve çürümeye başladı. Arap ırkçılığının adı, İslam’la özdeşleşti. Oysa İslam, barış, dostluk, güven ve sevginin adıydı. Arap çöllerinde, Arap olmayanlara “Mevali” denilip köle ve uşak muamelesi yapılmaya başlanıldı. İmametin, velayetin ve ilim şehrinin kapısı olan, O Veliyullah’a küfürler edilmeye, Ehl-i Beyt’e zulüm yapılmaya başlandı. İşte Hz. Muhammed’in rahmet dini diye getirdiği İslamiyet’i, bu Arap ırkçılığının elinden kurtarabilmek için, Ehl-i Beyt’e sığınanların adına Alevi denildi.
Alevilik, daha çok Arap olmayanların sığındığı bir İslam yorumu oldu. Bu yorum, Ehl-i Beyt’in Kurân yorumuydu. Merkezinde insan vardı. Oysa bu değerler Emevi ve Abbasilerce Arap çöllerine gömülmüştü. Saltanatın ve zulmün adı, Muhammed Şeriatı olamazdı. İşte “Mevali” denen, yani Arap olmayanların kabul ettikleri İslam anlayışının ortak adı “Alevilik” böyle ortaya çıktı ve tüm Türk yurtlarını ve İslam inancını kabul edenlerin ortak inancı oldu.
Hz. İmam Ali’ye sorarlar;
- Akıllı kimdir?
Cevap verir;
“Her şeyi layık olduğu yere koyandır.”
-Cahil kimdir ya Ali?
-“Anlattım ya” der.
Şunu anlatmak istiyorum: Ehl-i Beyt inançlı tarikatlar, Aleviliğin içinden doğmuştur. O tarikatlar içinden Alevilik doğmamıştır. Osman (Otman) oğulları Anadolu’ya geldikleri zaman dağ- taş, köy ve kasabalar Alevi inancıyla dolup taşıyordu. Ne zamana kadar? Yavuz, Osmanlı padişahı olana kadardır. Anadolu’da, Ebu-l Vefa’lar, Baba İlyas’lar, Geyikli Babalar, Hacı Bektaş Veli’ler, Sarı Saltuk’lar, Karaca Ahmet Sultan’lar, Yunus’lar, kısaca doksan dokuz bin Rum ereninin varlığını bir düşünün. Ve sonra da bunların bu topraklara kattığı manevi mayayı! Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyt’ini esas alan tarikatların kökünde Ehl-i Beyt muhabbeti buram buram tütmektedir.
Sevgi, kardeşlik, adilce bölünen üretim ilişkileri (Ahilik teşkilatı) gönülden gönüle tohum olup yeşerdi. Bu inançta pak ve masum olan Ehl-i Beyt esas alındığından;
“Cebir, şiddet, kin ve nefrete yer verilmedi.”[2] Allah’a giden yol sevgi ve aşktan geçti.
Ehl-i Beyt aşkı, “Allah – Muhammed - Ali” üçlüsünde odaklaştı ve bu da Alevilikte imanın şartı oldu. Ehl-i Beyt sevgisiyle İslamiyet, hem Arap ırkçılığından hem de dünya saltanatı için bir araç olmaktan kurtulmuş, olması gereken yer olan vicdana yerleşmiştir. Kabul edilen değerler evrenseldir, bütün insanlığı kucaklamıştır. Yani yetmiş iki milleti ayırmamış, Tanrı yarattı diye sevmiştir. “Yaradılanı yaradandan dolayı” kucaklamıştır. Dünya insanlığının aradığı da zaten budur.
“Din yalnız Allah içindir.” Mükâfatını da, cezasını da verecek O’dur.
- O’dur hesap soracak.[3]
Alevi şeriatı, inançla ahlak ve hukuk alanını birbirinden ayırmıştır. İnanç: “Allah –Muhammed - Ali” üçlüsünde düğümlenmek suretiyle, İslamiyet’e sömürüsüz bir derinlik getirmiş ve onu din gününün sahibine teslim etmiştir. Muhammedi şeriat; Ahlak ve hukuka kaynak olmak niteliğine sahip olan ve kaynağı ahlaka dayanan şu öğütte ifadesini bulmuştur: “ELİNE- DİLİNE- BELİNE SAHİP OL.”[4]
Eğer tarikattan haber sorarsan
Murtaza Ali’dir pirimiz bizim
Göre geldiğimiz süre gideriz
Kırklardan ayrılmış sürümüz bizim
Biz kâmiliz kâmile kem bakmayız
Rıza kapısından taşra çıkmayız
Cennet cehennem korkusu çekmeyiz
Burada sorulmuştur sorumuz bizim
Şükür olsun gerçeklere baş koştuk
Çiğ yerimiz yoktur kürede piştik
Yol kadim farzdır sünnetten geçtik
O can gediğidir yerimiz bizim
Kazancımızı meydana götürürüz
Eksiğimiz varise bitiririz
Aşna meşrep evinde otururuz
Bine sayılmıştır ölümüz bizim
Derviş Hatayi der gerçek erenler
Anda pişman olur bunda yerenler
Bin kana bir Mürvet dedik erenler
Gerçek erenlere darımız bizim
Şah Hatayi
Kaynak: Ali Rıza Uğurlu Dede / Hıdır Uluer Dede
Alevilikte Düşkünlük Kurumu
Alevîlik, Muhammed Ali’nin kurduğu bir yoldur. Bu yola ancak akla karayı, doğru ile yanlışı, hak ile ...
DevamAlevilere yüzyıllarca “Rafizi”, “Kızılbaş” dendi. Daha doğrusu Hz. Ali’yi sevenlere “Dinden çıkmış, ...
Devam13. asırda büyük bir karanlık içindedir. İnsanların kazıklara oturtulduğu engizisyon mahkemelerinin ...
DevamHayat denilen yolculuk -doğumdan ölüme- göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçmektedir. Kişi son nef ...
DevamTüm mesele; “Işık mı karanlığı boğacak; yoksa karanlık mı ışığı boğacak?” Eğer ışık karanlığı boğabi ...
Devam